Perşembe, Temmuz 31, 2008

Çiya

1987 yılında Kadıköy Çarşı içinde, Güneşlibahçe sokakta faaliyetine başlayan Çiya aynı sokak içindeki 3 ayrı dükkan ile bugünlere gelmiş. İlk başlarda menüsünde kebap, lahmacun ve pide bulunan bir kebapçı olan Çiya, Çiya Sofrası isimli lokantası ile bugün Güneydoğu ve Doğu Akdeniz mutfağının gizli kalmış lezzetlerini İstanbullular ile buluşturuyor.



Daha Büyük Haritayı Görüntüle

Çiya'nın kurucusu Musa Dağdeviren’in asıl mesleği fırıncılık imiş. Fırıncılık aynı zamanda anne tarafından gelen bir meslek de imiş. Çiya’da etoburlar da otoburlar da kendi damak zevklerine uygun yiyecekleri rahatlıkla bulabilirler :)

Mesela sebze seven birisi iseniz kendinize güzel bir karışık meze tabağı yaptırabilirsiniz. Çiya ziyaretimi birlikte gerçekleştirdiğim arkadaşım Özlem Akbayır da öyle yaptı. Muammara, kısır, dolma, Zahte’den (yabani kekik) oluşan bir tabak ısmarladı. Ardından da Pazı Borani geldi. Bu pazı ve börülce ile pişirilen yemek. Bana göre değil ama sağlıklı beslenen birisi olarak o beğendi. Bana gelince ben başlangıçı güzel bir lahmacun ile yaptım. İçinin kıvamı yerinde, hamuru çıtır, lezzetli bir lahmacun idi. Ardından sıra Oruk kebabına geldi. Bu şişte bulgur, soğan, zırh kıyması, nane, sarımsak, karabiber, yenibahar, kimyon ile hazırlanan zengin içerikli bir kebap. Tavsiye ederim.Vee bitmedi, kebabın ardından bir de Ayva kebabını denedim. Bu ayva ile köfte formunda kebaplık kıymanın birlikte pişirilmesi ile hazırlanan enteresan bir kebap. Herkese hitap etmeyebilir ama ben sevdim. Mardin’de Cerciş Murat Konağı’nda da yine benzeri meyveli kebaplar tatmış ve beğenmiş idim. Burada ayrıca mevsimine göre bir tür mantar olan Keme kebabı (Keme’nin hayranı çok ama bana hitap etmiyor) yada Çiya’ya özel kıyma kebabı olan Çiya kebap ta denenebilir.

Yemeğinizin yanında sıradan bir içecek yerine Demirhindi şerbeti ya da Sumak şerbeti de deneyebilirsiniz. Finalde ise mutlaka çeşit çeşit tatlılardan bir karışık tabak yaptırmalı ki hepsinin tadına varabilin ama benim rakipsiz tercihim her zaman kirece yatırılmış, tahinli kabak tatlısıdır. Çıtır çıtır kabağın tahinle birlikte sunumu hayalinizin ötesinde bir lezzet sunuyor. Alışık olmadığınız bu tatlıyı deneyin pişman olmayacaksınız.

Salı, Temmuz 15, 2008

Barba Yorgo

Eski adı ile İmroz yeni adı ile Gökçeada unutulmaya yüz tutmuş, hüzünlü bir ada. Yorgo Zarbozan 38 sene İstanbul'da yaşadıktan sonra, 1997 senesinde işini gücünü bırakıp ata topraklarına geri dönmüş, doğup büyüdüğü İmroz’un Tepeköy adlı eski Rum köyüne yerleşmiş.


Barba Yorgo (Yorgo Amca) isimli Rum Tavernası’nı işletmeye açarak yeni bir hayata başlamış. Restoran işletmeciliğinin yanına şarap imalatı ve pansiyonculuğu da eklemiş. Barba Yorgo aslen kimyacı, bu işe girişmeden önce aşçılık deneyimi yokmuş, beraber çalıştığı bir aşçısı da olmakla birlikte kendisi de artık aşçılık yapıyor. Yorgo bey, “Kimyacılar kolay aşçı olur çünkü iki meslekte ölçü ile çalışır” diyor. Barba Yorgo hoş sohbeti ve müşterilerine sataşması ile anılan bir kişi. Geceleri Tepeköy meydanına çıkardığı masalarda yemeklerini yiyen konukları gecenin ilerleyen saatlerinde müziğe ayak uydurarak meydanda şarkılar söyleyip danslar da ediyor. Restoranın menüsü oldukça geniş. Yunan mezelerinden salatalara, kırmızı etten deniz ürünlerine herkesin damak tadına uygun birşeyler var. Öyleki Gökçeada’da kaldığımız 3 gün içerisinde 1 tanesi hariç tüm öğlen ve akşam yemeklerimizi Barba Yorgo’da yedik, başka bir restoran arayışı ihtiyacı hiç hissetmedik. Neler mi yedik? İşte anlatması en keyifli bölüm :)
Salataları taze, bol ve lezzetlli. Ada zeytinyağı ile yemeye doyamıyorsunuz, sadece salata ile bir öğünü geçirebilirsiniz. Mevsim salatası ya da peynirli Yunan salatası söyleyebilirsiniz. Caciki yani Yunan cacığı mutlaka masada bulunmalı, az sulu ve bol sarımsaklı, iştah acıcı olarak vazgeçilmezlerden, özellikle de öğlenleri. Bomba fasülye de zaten kuru fasülye sever birisi olarak favorilerimden. Her öğünde mutlaka masada bulundu. Deniz ürünleri bol ve taze. Ahtapot salatası mutlaka denenmeli, yumuşacık ahtapotlar ağzınızda dağılıyor. Ama mezelerin en kralı kesinlikle sübye salatası. Mürekkep balığının diğer bir ismi olan Sübye’den değişik bir sos ile yapılıyor. Yumuşacık ve çok lezzetli ancak maalesef sosun ne olduğunu Barba’dan öğrenmek mümkün olmadı. Giderseniz mutlaka sipariş edin. Ana yemek olarak günlük balık çeşitlerinden söyleyebileceğiniz gibi Barba’nın kendi yetiştirdiği kuzularından hazırladığı et çeşitlerini de deneyebilirsiniz. Benim tercihim etlerden yana oldu.
Kuzu pirzola, yumuşak, yağlı ve lezzetli. Bayanlara ağır gelebilir ama benim için tam kıvamında idi. Yanında ev usulü patates kızartması ve domates ile gayet doyurucu. Köftesi ev köftesi tadında. Yerken kimyon ve kekik tadı alıyorsunuz. Yediğim en iyi köfte değil ama averajın üstünde. Tekrar gitsem pirzolayı tercih ederim. Yemeğinizin yanında kendi yaptığı şaraplardan da içebilirsiniz. Beyaz Yunan şarabı olan Reçina’yı denedik ancak tadı bize hitap etmedi, yine kendi üretimi olan klasik beyaz ve kırmızı şarabı tercih ettik. Barba Yorgo’nun restoranı ile birlikte pansiyonunun da müşterisi olabilirsiniz. Biz öyle yaptık. Küçük, mütevazi odalardan beklentiniz çok olmasın ama uygun fiyatlı ve de son derece sakin. Güzel bir manzarası da var.

Ada’da geçirdiğiniz günlerde çevreyi dolaşmanın yanısıra yaşlı Rum kökenli vatandaşlarımızın biraraya geldiği kahvelerde dinlenerek onlarla sohbet etmenizi, ve de ağlarını tamir eden balıkçıları izlemenizi de tavsiye ederim. Farklı bir keyif alacaksınız.

Barba Yorgo’nun dediği gibi, “İki yabancı gibi iki yakada, Uzo ve Rakı ile dumanlı kafaları, dillerinde aynı şarkı, dudaklarında aynı tebessüm, kim inanırki düşman olduklarına”.